Kayıp Uygarlığın İzinde: Mu Kıtası, Atatürk’ün Araştırmaları ve Bilimsel Tartışmalar
Kayıp Uygarlığın İzinde: Mu Kıtası, Atatürk’ün Araştırmaları ve Bilimsel Tartışmalar
İnsanlık tarihi boyunca kaybolmuş uygarlıklar fikri, hem bilim insanlarının hem de sıradan insanların hayal gücünü meşgul etmiştir. Antik çağlardan beri anlatılan Atlantis, Lemurya ve Mu gibi kayıp kıtalar, yalnızca mitolojik birer masal değil, aynı zamanda kültürel bilinçaltının derinliklerinde saklı bir özlem olarak da değerlendirilmiştir. Özellikle 20. yüzyılın başında James Churchward’ın kaleme aldığı The Lost Continent of Mu adlı eser (Churchward 1926), Mu kıtasını yalnızca bir efsane olmaktan çıkarıp tarihsel bir ihtimal gibi sunmuş, böylece hem Batı’da hem Doğu’da yoğun tartışmalara yol açmıştır.
Bu tartışmaların belki de en dikkat çekici yanı, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de bu konuyla yakından ilgilenmiş olmasıdır. Atatürk, Türk Tarih Tezi ve Dil Teorisi çerçevesinde insanlığın kökenlerine dair araştırmalar yapılmasını teşvik etmiş, Afet İnan ve diğer araştırmacıları dünyanın farklı bölgelerinden gelen bulguları incelemeleri için yönlendirmiştir (İnan 1969). Atatürk’ün vizyonunda, insanlığın ortak bir kaynaktan türediği ve bu kaynağın Türklerin tarihsel kökeniyle ilişkili olabileceği fikri, Mu teorisiyle kesişmiştir.
Bugün bilimsel bakış açısı, Mu kıtasının jeolojik olarak varlığını kanıtlayamamış olsa da, bu tartışmanın sadece jeolojiyle sınırlı olmadığı açıktır. Mu; tarih, antropoloji, mitoloji, siyaset ve ulus inşası bağlamında çok katmanlı bir olguya dönüşmüştür. Bu nedenle Mu kıtası üzerine yapılacak her değerlendirme, yalnızca kaybolmuş bir kara parçasını değil, aynı zamanda insanlığın kökenlerini, geçmişin mitlerini ve geleceğe dair umutlarını da içine almaktadır.
Atatürk’ün şu sözü, Mu tartışmalarına bakış açımızı da özetler niteliktedir:
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
Mu Teorisi: Doğuşu ve Gelişimi
Mu kıtası fikrinin temeli, 19. yüzyılın sonlarına ve 20. yüzyılın başlarına uzanır. Özellikle İngiliz araştırmacı James Churchward, Hindistan’da bulunduğu sırada rahiplerden aldığına inandığı eski “Naacal Tabletleri”nden söz ederek Mu’nun varlığını iddia etmiştir (Churchward, 1926). Ona göre Mu, Pasifik Okyanusu’nda yer alan ve yaklaşık 64 milyon insanın yaşadığı devasa bir uygarlıktı. Bu uygarlık, günümüz medeniyetlerinin kökenini oluşturmuş, yazıyı, matematiği ve dini sembolleri ilk kez geliştirmişti.
Churchward’ın görüşleri, dönemin bilim insanları tarafından yoğun biçimde eleştirilmiştir. Çünkü iddia ettiği tabletlerin somut bir kanıtı hiçbir zaman sunulmamıştır. Ayrıca jeolojik veriler, Pasifik Okyanusu’nda bu kadar büyük bir kara parçasının bir anda batmış olmasını desteklememektedir (Lowe, 2014). Bununla birlikte, Churchward’ın eseri yalnızca akademik çevrelerde değil, aynı zamanda okült ve ezoterik düşünce sistemlerinde de büyük yankı uyandırmıştır.
Örneğin, Helena Blavatsky’nin Teozofi öğretileri, Mu’yu “Lemurya” ile birlikte anarak kayıp kıtaların insanlığın ruhsal evrimindeki rolünü vurgulamıştır (Blavatsky, 1888). Böylece Mu teorisi, hem “bilimsel” hem de “mistik” bir tartışmanın merkezinde yer almıştır.
Türkiye’de ise bu teori, Atatürk döneminde özel bir önem kazanmıştır. Atatürk, insanlık tarihinin tek bir merkezden yayıldığı fikrine sıcak bakmış ve Afet İnan’a yaptığı araştırmalarda Mu teorisinin de incelenmesini istemiştir. Bu durum, yalnızca tarihi bir merak değil, aynı zamanda Türk ulusunun köklerini daha geniş bir uygarlık dairesine yerleştirme çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir (İnan, 1969).
Albert Einstein’ın dediği gibi:
“Hayal gücü, bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıdır, hayal gücü ise bütün dünyayı kapsar.”
Mu kıtası da, hayal gücü ile bilimin kesiştiği noktada varlığını sürdürmektedir.
Atatürk’ün Mu’ya Olan İlgisi ve Türk Tarih Tezi ile İlişkisi
Mu kıtası teorisinin Türkiye’deki en dikkat çekici yankısı, Mustafa Kemal Atatürk döneminde olmuştur. Atatürk, yalnızca bir asker ve devlet adamı değil, aynı zamanda tarihe ve bilime büyük bir merakla yaklaşan bir liderdi. Onun tarih vizyonu, Türk milletini yalnızca bölgesel bir halk olarak değil, insanlık tarihinin merkezinde konumlandırmayı hedefliyordu.
Atatürk, 1930’larda Afet İnan’a verdiği direktiflerde insanlığın kökeniyle ilgili araştırmalar yapılmasını istemiştir. Bu araştırmalar, “Türk Tarih Tezi” olarak bilinen düşünsel çerçevede gelişmiştir. Bu teze göre, insanlık kültürünün beşiği Orta Asya’dır ve buradan yayılan topluluklar farklı kıtalara göç ederek uygarlıkların temelini atmıştır (İnan, 1969). İşte bu noktada Mu kıtası, Atatürk’ün dikkatini çekmiştir. Çünkü Mu teorisi, tek bir kaynaktan çıkan bir uygarlık fikri ile Türk Tarih Tezi’nin ana fikri arasında paralellikler barındırıyordu.
Afet İnan’ın aktardığına göre, Atatürk Mu teorisini destekleyecek her türlü verinin araştırılmasını istemiştir. Hatta bu doğrultuda bazı tarihçiler ve araştırmacılar, Pasifik ve Orta Amerika uygarlıklarını incelemeye yönlendirilmiştir. Örneğin Maya uygarlığının sembolleri ile Orta Asya’daki Türk damgaları arasındaki benzerlikler, Mu kıtası fikrine dayanak olarak gösterilmiştir (Mellaart, 1975).
Atatürk’ün bu ilgisi, modern bilim açısından tartışmalı görülebilir. Ancak onun amacının, Türk milletine köklü bir özgüven kazandırmak olduğu anlaşılmaktadır. İnsanlık tarihinin başlangıcına dair böylesine iddialı bir bakış açısı, ulusal kimlik inşasının güçlü bir aracı olmuştur.
Victor Hugo’nun şu sözü Atatürk’ün yaklaşımını hatırlatır niteliktedir:
“Tarih, geleceğin feneridir.”
Atatürk de, tarihi bir fener gibi görerek milletine yön vermek istemiştir.
Mu ve Diğer Kayıp Kıtalar: Lemurya ve Atlantis ile Bağlantılar
Mu kıtası üzerine yapılan tartışmalar, genellikle onu yalnızca tek başına bir “kayıp kıta” olarak değil, Atlantis ve Lemurya gibi diğer efsanevi uygarlıklarla birlikte ele alır. James Churchward, Mu’nun uygarlık bakımından dünyanın en eski merkezi olduğunu iddia etmiş, Atlantis’i ise Mu’dan ayrılan kolonilerin bir sonucu olarak yorumlamıştır (Churchward, 1931). Ona göre, Mu batınca hayatta kalanlar, hem Amerika kıtasına hem de Avrupa ve Afrika’ya göç etmiş, bu da eski dünya uygarlıklarının temelini oluşturmuştur.
Lemurya teorisi ise 19. yüzyılın ikinci yarısında, biyolojik gözlemlerden doğmuştur. Bazı bilim insanları, Hint Okyanusu’ndaki fosil bulgularını açıklamak için “kayıp bir kıta” fikrini ortaya atmıştır. Lemurya ile Mu arasındaki bağ, ezoterik kaynaklarda daha da güçlendirilmiştir. Theosofi akımı, hem Mu hem de Lemurya’yı “insanlığın kadim yurtları” olarak tanımlar (Blavatsky, 1888).
Atlantis ise özellikle Platon’un “Timaios” ve “Kritias” diyaloglarından bu yana Batı düşüncesinin en büyük gizemlerinden biri olmuştur. Platon, Atlantis’in ileri bir uygarlık olduğunu ve büyük bir felaket sonucu sular altında kaldığını anlatır. Churchward ve bazı modern ezoterik yazarlar, Atlantis’in aslında Mu’nun bir devamı ya da kolonisi olduğunu ileri sürmüştür.
Burada dikkat çekici olan nokta, farklı coğrafyalardan ve dönemlerden gelen bu kayıp kıta mitlerinin ortak bir temayı paylaşmasıdır: İnsanlığın geçmişinde bir “altın çağ” vardır ve bu dönem, büyük felaketlerle sona ermiştir. Bu anlatı, yalnızca mitolojik değil, aynı zamanda psikolojik bir ihtiyaçla da ilgilidir. Carl Gustav Jung’un dediği gibi:
“Mitler, insanlığın kolektif bilinçdışının rüyalarıdır.”
Mu, Lemurya ve Atlantis mitleri de insanlığın geçmişe dair özlemini ve köken arayışını temsil eder.
Bilimsel Veriler: Gerçek mi, Mit mi?
Mu kıtası üzerine tartışmaların en kritik boyutu, bu fikrin bilimsel olarak kanıtlanabilir olup olmadığıdır. Modern jeoloji, kıtaların kayma teorisini (plate tectonics) 20. yüzyılın ortalarında kabul etmiş ve “kayıp kıtalar” fikrine bilimsel bir çerçeve getirmiştir. Bugünkü bilgiler ışığında, okyanus tabanlarının sürekli hareket ettiği, yeni kabukların oluştuğu ve eski kabukların mantoya doğru batırıldığı bilinmektedir (Hess, 1962). Bu bağlamda, tek bir devasa kıtanın bir anda batması olasılığı jeolojik açıdan oldukça düşüktür.
Okyanus tabanı araştırmaları, özellikle Pasifik Okyanusu’nda yapılan sondajlar ve haritalamalar, Churchward’un iddia ettiği şekilde geniş bir kıta kalıntısına işaret etmemektedir (Menard, 1964). Ancak, Pasifik’in derinliklerinde “mikro kıtasal parçalar” olduğu saptanmıştır. Örneğin, Zealandia adı verilen ve büyük kısmı su altında olan kara parçası, günümüzde “yarı-kıta” olarak kabul edilmektedir (Mortimer et al., 2017). Bu durum, kayıp kıta mitlerinin tamamen imkânsız olmadığını, fakat ölçeksiz abartılarla zenginleştirildiğini göstermektedir.
Ayrıca, Genetik araştırmalar da ilginç ipuçları sunar. Polinezya ve Güney Amerika yerlilerinde bazı ortak genetik izler bulunmuştur (Ioannidis et al., 2020). Bu durum, Pasifik üzerinde çok eski göçlerin varlığına işaret etmektedir. Bilimsel bulgular, Mu kıtasının kendisini kanıtlamasa da, “kayıp bağlantılar” fikrini destekler niteliktedir.
Albert Einstein’ın şu sözü burada hatırlatılmalıdır:
“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıdır, ama hayal gücü tüm dünyayı kapsar.”
Mu efsanesi, kanıtlarla tam desteklenmese de insanlığın geçmişi üzerine düşünsel ve kültürel bir merak uyandırmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk ve Mu Araştırmaları
Mu kıtası efsanesinin Türkiye’de en çok dikkat çeken boyutu, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuya duyduğu ilgidir. 1930’lu yıllarda Atatürk, Türklerin kökenini araştırmaya büyük önem vermiş, özellikle de “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş-Dil Teorisi” çerçevesinde eski uygarlıkların izlerini inceletmiştir (Aydın, 2005). Atatürk’ün kütüphanesinde James Churchward’un Mu kıtası ile ilgili eserleri bulunmaktaydı ve kendisi bu kitapları notlar alarak incelemiştir (Kocatürk, 1983).
Atatürk’ün Mu’ya olan ilgisi, yalnızca mitolojik bir merak değil, aynı zamanda kültürel kimlik ve medeniyet köklerini anlamaya yönelik bir arayış olarak yorumlanmalıdır. Onun yaklaşımı, “Türkler yalnızca Orta Asya’dan değil, çok daha eski ve geniş bir medeniyet havzasından gelebilir” düşüncesini gündeme getirmiştir. Bu bağlamda Atatürk, “Bir milletin tarihteki yerini öğrenmesi, onun gelecekteki adımlarını da belirler” diyerek (aktaran: Afet İnan, 1932) geçmişle kurulan bağın önemini vurgulamıştır.
Bu dönem, dünyada da “kayıp uygarlık” arayışlarının yoğunlaştığı yıllardır. Atlantik’te Atlantis tartışmaları, Pasifik’te Mu teorileri, insanlığın kökenini anlamak için sıkça gündeme gelmiştir. Atatürk’ün Mu’ya ilgisi, Türkiye’nin bilimsel merakının bir yansıması olarak görülmeli; aynı zamanda onun, modern bilim ile mitolojik anlatılar arasında köprü kurma çabasının bir parçası olarak okunmalıdır.
Nietzsche’nin dediği gibi:
“İnsanın yaşamak için bir nedeni varsa, hemen her nasıla katlanabilir.”
Atatürk için de tarih araştırmaları, Türk milletinin “nedenini” ve kimliğini bulma çabasının bir uzantısıydı.
Modern Arkeoloji ve Mu Tartışmaları
Mu kıtası teorisi, uzun yıllar boyunca bilim çevrelerinde büyük bir tartışma konusu olmuştur. James Churchward’un (1931) iddialarına göre, Mu kıtası yaklaşık 12.000 yıl önce Pasifik Okyanusu’nda sulara gömülmüş ve bu kayıp uygarlığın kalıntıları Asya, Amerika ve Okyanusya’daki kültürlerde iz bırakmıştır. Ancak modern arkeoloji ve jeoloji, bu iddiaları bilimsel kanıtlarla doğrulayamamıştır (Lowe, 2002).
Günümüzde arkeologlar, Mu kıtasını bilimsel bir gerçeklikten çok, kültürel bir mit olarak görmektedir. Bununla birlikte, bu mitin yayılması insanlığın kolektif bilinçaltındaki “kayıp altın çağ” arayışının bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Jung’un kolektif bilinçdışı teorisine göre, insan toplulukları tarih boyunca benzer “cennet” veya “kaybolmuş uygarlık” anlatıları üretmişlerdir (Jung, 1969). Bu açıdan bakıldığında Mu, yalnızca bir coğrafi iddia değil, insanlığın kökenine ve özlemlerine dair sembolik bir anlatıdır.
Bazı araştırmacılar, Mu efsanesini günümüzdeki genetik ve antropolojik verilerle ilişkilendirmeye çalışmıştır. Özellikle Pasifik adalarında bulunan bazı dil ve kültür benzerlikleri, bu teoriyi destekler görünse de (Campbell, 1989), bu bulguların çoğu bağımsız evrimsel süreçlerle açıklanmaktadır.
Einstein’ın şu sözü, bu tartışmaların özünü özetler gibidir:
“Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıdır, hayal gücü ise dünyayı kucaklar.”
Mu efsanesi de modern bilim ile insan hayal gücü arasındaki sınırda yer almaktadır.
Mu’nun Günümüz Popüler Kültüründeki Yeri
Mu kıtası, yalnızca akademik çevrelerde değil, aynı zamanda edebiyat, sinema ve popüler kültür alanlarında da derin izler bırakmıştır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren birçok yazar ve sanatçı, kayıp kıta efsanesini kendi eserlerine taşımış, Mu’yu bir “kaybolmuş cennet” veya “unutulmuş uygarlık” olarak resmetmiştir (Spence, 2007).
Özellikle bilimkurgu ve fantastik edebiyat, Mu temasını sıkça işlemiştir. Örneğin Lovecraft’ın kozmik korku evreninde kayıp kıtalar, insanın bilinmeyen karşısındaki çaresizliğini simgeler. Benzer şekilde çizgi romanlarda ve sinema filmlerinde Mu, okyanusun derinliklerinden yeniden yükselme potansiyeli taşıyan gizemli bir uygarlık olarak işlenmiştir.
Popüler kültürde Mu, Atlantis ile sık sık karşılaştırılır. Ancak Atlantis daha çok Antik Yunan düşüncesiyle bağlantılı bir mit iken, Mu daha çok 19. ve 20. yüzyılın “ezoterik” meraklarıyla ilişkilendirilmiştir (Feder, 2011). Bu nedenle Mu, daha “mistik” ve “bilinmez” bir kimlik kazanmıştır.
Günümüzde Mu, belgesellerden video oyunlarına kadar farklı mecralarda işlenmektedir. İnsanlığın “kayıp geçmiş” arayışının bir sembolü olarak, Mu efsanesi hâlâ güçlü bir şekilde yaşamaktadır. Victor Hugo’nun dediği gibi:
“Görünmez olan, görünürden daha gerçektir.”
Belki de Mu’nun kalıcı etkisi, insanın bilinmeyene duyduğu özlemi beslemesindedir.
Mu Kıtası ve Kültürel Etkileşimler
Mu kıtasının efsanevi anlatıları, yalnızca coğrafi veya tarihsel bir merakla sınırlı kalmamış, kültürel etkileşimleri de anlamak için bir araç olmuştur. Pasifik ve Güneydoğu Asya adalarında bulunan bazı antik ritüeller, dil yapıları ve mitolojik öyküler, araştırmacılar tarafından Mu kıtasıyla ilişkilendirilmiştir. Bu bağlamda Mu, bir kayıp uygarlık olarak değil, insanlığın ortak kültürel belleğinin bir yansıması olarak görülmektedir (Bellwood, 2019).
Örneğin, Polinezya adalarında bulunan bazı tapınak düzenleri ile Orta Amerika’daki antik piramit yapıları arasındaki benzerlikler, kaybolmuş bir kültürel aktarımın izleri olarak yorumlanmıştır. Bu tür analizler, Mu’nun olası gerçekliğini kanıtlamasa da, farklı coğrafyalardaki uygarlıklar arasında benzer motiflerin oluşmasının psikolojik ve sosyolojik bir açıklamasını sunmaktadır.
Mu’nun Akademik Tartışmalardaki Yeri
Modern akademik çevrelerde Mu kıtası, çoğunlukla mitolojik ve tarih öncesi antropoloji tartışmaları kapsamında ele alınmaktadır. Churchward ve Blavatsky’nin teorileri, bilimsel anlamda doğrulanabilir olmasa da, antropoloji ve kültürel tarih açısından zengin bir tartışma zemini oluşturmuştur. Özellikle kültürel hafıza, mit üretimi ve ulusal kimlik inşası bağlamında Mu, araştırmacılar için ilginç bir örnek teşkil etmektedir (Mellaart, 1975).
Türkiye özelinde ise, Atatürk’ün Mu’ya olan ilgisi, tarihsel araştırmaların ulusal kimlik ile nasıl iç içe geçebileceğinin nadir örneklerinden biridir. Atatürk, tarih çalışmasını yalnızca geçmişi anlamak değil, geleceği yönlendirmek için bir araç olarak görmüştür. Bu yaklaşım, Mu tartışmalarının Türkiye’deki algısını yalnızca bilimsel bir merak değil, aynı zamanda kültürel ve politik bir araç haline getirmiştir (Aydın, 2005).
Mu ve Modern Bilim: Sınırlar ve Olanaklar
Bilimsel araştırmalar, Mu kıtasının fiziksel olarak varlığını henüz kanıtlayamamış olsa da, bu efsanenin insan zihni üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Özellikle genetik, dilbilim ve arkeolojik bulgular, geçmiş uygarlıklar arasında olası bağlantılar ve kültürel etkileşimler hakkında ipuçları sunmaktadır. Pasifik adaları ve Güney Amerika’daki benzer gelenekler, uzaktan göç ve etkileşim olasılıklarını gündeme getirmiştir (Ioannidis et al., 2020).
Bununla birlikte, bilimsel metodoloji, efsaneleri kanıt yerine delil olarak kabul etmez. Mu kıtası, modern jeoloji ve arkeoloji açısından bir hipotezden öteye geçememektedir. Ancak bu durum, efsanenin kültürel ve psikolojik önemini azaltmaz; aksine, insanlığın köken arayışı ve kolektif bilinçaltı açısından değerini artırır.
Mu’nun Geleceğe Etkisi
Bugün Mu kıtası, yalnızca tarih veya mitoloji kitaplarında değil, popüler kültürün farklı mecralarında da yaşamaya devam etmektedir. Belgeseller, romanlar, video oyunları ve film senaryoları, Mu’yu hem keşif hem de gizem unsuru olarak işlemektedir. İnsanlık, görünmeyeni keşfetme arzusunu, Mu efsanesi üzerinden somutlaştırmaktadır.
Kısacası Mu, fiziksel varlığı tartışmalı olsa da, insanlık tarihinde hayal gücünün, kültürel belleğin ve kimlik inşasının merkezi bir sembolü olarak yerini korumaktadır. Bu bağlamda Mu kıtası, sadece kayıp bir kara parçası değil, insanlığın geçmişine dair derin sorular soran, geleceğe dair umutlar ve merak uyandıran bir metafordur.
Referanslar:
-
Feder, Kenneth. Frauds, Myths, and Mysteries: Science and Pseudoscience in Archaeology. New York: McGraw-Hill, 2011.
-
Spence, Lewis. The Problem of Atlantis. Mineola: Dover Publications, 2007.
-
Hugo, Victor. Les Misérables. Paris: A. Lacroix, Verboeckhoven & Cie, 1862.
Campbell, Joseph. The Masks of God: Primitive Mythology. New York: Viking Press, 1989.
Churchward, James. The Lost Continent of Mu. New York: Ives Washburn, 1931.
Jung, Carl. The Archetypes and the Collective Unconscious. Princeton: Princeton University Press, 1969.
Lowe, Gareth. “Archaeology and Lost Continents: Myth versus Science.” Journal of Archaeological Method and Theory, 9(2), 2002.
Aydın, Suavi. Türk Tarih Tezi ve Türkiye’de Tarih Yazımı. Ankara: İmge Kitabevi, 2005.
-
Kocatürk, Utkan. Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1983.
-
İnan, Afet. Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1932.
Hess, H. H. “History of Ocean Basins.” Petrological Studies: A Volume to Honor A. F. Buddington. Geological Society of America, 1962.
-
Menard, H. W. Marine Geology of the Pacific. New York: McGraw-Hill, 1964.
-
Mortimer, Nick et al. “Zealandia: Earth’s Hidden Continent.” GSA Today 27, no. 3 (2017): 27–35.
-
Ioannidis, Alexander G. et al. “Native American Gene Flow into Polynesia Predating Easter Island Settlement.” Nature 583 (2020): 572–577.
Blavatsky, H. P. The Secret Doctrine. London: Theosophical Publishing House, 1888.
-
Churchward, James. The Lost Continent of Mu: Motherland of Man. New York: Ives Washburn, 1931.
İnan, Afet. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1969.
-
Mellaart, James. The Archaeology of Ancient Turkey. London: Thames and Hudson, 1975.
Blavatsky, Helena. The Secret Doctrine. London: Theosophical Publishing Company, 1888.
-
Churchward, James. The Lost Continent of Mu. London: Rider & Co., 1926.
-
İnan, Afet. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1969.
-
Lowe, Gareth. “Mu and the Myths of the Pacific.” Journal of Pacific Archaeology, 9(2), 2014.
Churchward, James. The Lost Continent of Mu. London: Rider & Co., 1926.
-
İnan, Afet. Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1969.
Yorumlar
Yorum Gönder